4 Ekim 2012 Perşembe

ÖLÜMDEKİ MANA





Ölüm bir bitişin, bir sona erişin ifadesi midir? Yoksa yeni ve ebedi bir hayata geçişin ilk basamağı mıdır? Çağın insanlarının korktuğu, bazı kimselerin de gülümseyerek baktığı bu hakikat nedir? Tamamen yok olmak mı? Asla!..

Bilakis ebedi bir hayatın başlangıcıdır. Bediüzzaman bir ayetin tefsiri mahiyetinde bir hususta şu sözleri sarfediyor:

‘Mevt dahi hayat gibi bir mahluktur. Hem bir nimettir. Vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekandır. Bir tahvil-i vücuttur. Hayat-i bakiyeye bir davettir. Bir mebdedir. Bir hayat-ı bakiyenin mukaddimesidir.' (Mek. 7)

Demek ölümle her şey bitmiyor. Bilakis yeni başlıyor. Fakat hakiki manada başlıyor. Gerçek yönüyle insan yaşıyor. Hakiki hayatı tadıyor. Mes’ut bir dünyaya gidiyor.

Elbette insanlık ölümü tadacaktır. Diğer canlılar için de ölüm mukadderdir. Fakat insanlar için ölüm, dirilmek için olacaktır. Dünya için ölüm baki, ebedi bir surete dönüşmek için ve ahiret için olacaktır. (Lem 218) Toprağa atılan tohum nasıl ki çürür ve ölür fakat onun ölmesi toprağın üzerinde filiz vermesini netice verir. Daha kıymetli bir durum alır. Bu misal gibi ölümle toprağa atılan insan da ebedi saadet sümbülü verecektir.

Ölüm idam değildir. Hiçlik değildir. Sönüş değildir. Ebedi ayrılık değildir. Yok oluş değildir. Dilsiz bir mahvoluş değildir. Aslında ölüm, Hakim ve Rahim bir fail tarafından bir terhistir. Mekan değiştirmektir. Ebedi saadete, asli vatanımıza bir sevkiyattır. Bütün ahbaplara ve dostlara kavuşmaktır.

Acaba ölüm nasıl bir şey? Ölüm ile insanda nasıl bir hal oluyor? Ne şekil bir değişikliğe uğruyor? Bunu Bediüzzaman, şu şekilde ifade ediyor:

‘Mevt ancak  ruhun cesetten çıkmasıyla tebdil-i mekan etmesinden ibarettir. İnsan öldükten sonra bir şeyi baki kalır. O şey de ancak ruhtur.’

Dostlarının büyük bir kısmı başka yerde diyelim. İstanbul’da olan bir insan düşünün. Burada kalan birkaç arkadaş ve dostuna bedel, orada birçok arkadaş ve dostları var. Bu şahıs acaba İstanbul’a gitmek için can atmaz mı? Onun burada ayrılışı aslında dost ve ahbaplarına kavuşmak değil midir? İste Kuran’ın ölümün mahiyetini izah ederken bize verdiği ders budur.

Ölümü ve eceli, ebedi alemde bulunan dost ve ahbaplara kavuşmak şeklinde nitelendirir. Ayrıca kabri rahmet alemine, saadet mekanına ve Rahman’ın bostanlarına açılan bir kapı olduğunu ispat etmekle insanlığın en müthiş korkusunu ortadan kaldırıp, en ıstıraplı, kasavetli ve sıkıntılı olan kabir alemine olan seyahati, lezzetli, alıştığımız ve ferahlı bir seyahate çevirir. İnsanı rahatlatır. Mutluluğu temin eder.

İnsan ebede aşıktır. İnsan bir şeyin  devamlı olmasını ister. Ormana gidersiniz. Ağaçların üzerinde bıçakla yazılmış isimleri görürsünüz. Bunlar ebediyete aşık olmanın ifadesidir. Kendimizden bir şeyin kaybolmasını istemiyoruz. İstiyoruz ki hiç olmazsa isimlerimiz baki kalsın. Hiç olmazsa ismimiz ölmesin. Heyhat! AHİRETTE BENİ KURTARACAK BİR ESERİM YOKSA İSMİMİN BAKİ KALMASI BİR MANA TAŞIMAZ.

Dünya hayatına aşığız. Ölümden kaçıyoruz fakat acaba aşık olduğumuz bu Dünya hayatının sadece bulunduğumuz an olduğunu bilebiliyor muyuz?

Bulunduğumuz dakikadan önceki zaman bizim için ölüdür. Gelecek zaman ise henüz gelmediği için o da bizim için hiçtir, yoktur. Demek güvendiğimiz maddi hayat sadece bir dakikadır. (S:500)
O halde niye yaşıyorum. Dünya’nın ve hayatın gerçek mahiyeti nedir diye beliren sualimize Bediüzzaman şu şekilde cevap veriyor:

‘Bu zemin yüzü, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve geçmek için bir handır. Her bir şehri yüz defa kabristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir isteği var.’ (Ş:173)

Bu istekte, yaratılışın gayesine uygun şekilde hareket etmek, bu istikamette çalışmaktır. Yani kulluk görevi dairesinde harekettir. 

Ticaret ve memuriyet için mühim vazifelerle bu imtihan yeri olan Dünya’ya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip, hizmetlerini tamamladıktan sonra yine onları gönderen Halık-ı Zülcelallerine dönecekler ve Mevlalarına kavuşacaklardır. 

Demek insana vazifeli şahıs nazarıyla bakıyoruz. Görevi bittiği an kendisini gönderene dönecektir. Bu şekilde maddi hayatın bittiği anda ebedi bir hayatın başlayacağı müjdesi en mütekamil haliyle, İslamiyet ifadesinde bulmuşuzdur.Çünkü insanın maneviyatındaki ve his alemindeki sonsuzluk arzusuyla yokluğa ve hiçliğe gitmek akıl dışıdır. İnsanın bu sonsuzluk arzu ve isteği elbette tatmin edilecektir. En küçük bir isteğimiz tatmin ediliyor da neden bütün insanların feryat ederek haykırdığı ebed arzusu, sonsuzluk isteği tatmin edilmesin? Sivrisineğin sesini duyan, elbette gök gürültüsünün sesini işitecektir. Midemizin küçük ihtiyacını her türlü rızıkla tatmin eden, elbette insanlığın beka arzusunu yerine getirecektir.

Ruhun mahiyeti ebediliği istediği gibi, insandaki maddi bünyenin mahiyeti de hayatın ebediliğini icab ettirir. ‘Zira insan bu Dünya’ya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaması şahittir. Hem insan, hayat sahiplerinin en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nispeten en basit bir derecede ancak kederli ve meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan, bu Dünya’ya yalnız güzel yaşamak, rahat ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki büyük bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedi, daimi hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.’ (Lem 194) Demek ki elimizde bulunan maddi bünyeyi ebedi bir alemin kazanılması için kullanmamız gerekmektedir. Buradan anlaşıldığı gibi, insanın ihtiyacı sadece Dünya’nın maddi yönüne bakan içtimai, siyasi ve iktisadi ihtiyaçlara has değildir. Bu itibarlar herkes için mukadder olan ölüm ve onun durağı durumundaki kabrin öbür tarafındaki istikbal endişesi her ferdin en mühim meselesidir.

En küçük meseleye bütün vaktini harcayan insan, kendisiyle ilgili en mühim mesele olan hayatın mahiyeti ve ölümün hakikatını anlamaya çalışması en makul ve akli hareket olacaktır.
Etrafımıza nazarımızı gezdirdiğimizde her şeyin gayet sistemli bir şekilde hareket ettiğini israfın olmadığını görürüz. En küçük bir varlıkta dahi israfın yapılmadığını müşahade ederiz. Şu anda konuşurken bizden çıkan artık madde karbondioksit dahi israf edilmiyor. Hem konuşmamızı sağlıyor hem de dışarıda bitkilee faydalı oluyor. Buna benzer çok şey sayılabilir. Buradan insanlara geçelim. 50 ve 60 sene gibi çok kısa bir hayat yaşayan insan, acaba israf ediliyor mu? Ondaki sonsuz kabiliyet ve istidat israf edilir mi? Eğer ölümden sonra hayat olmasa bundan bahsedebiliriz. Fakat en küçük bir varlıkta israf yapmayan bunu bir kanun şeklinde etrafta gösteren bir Kudret, insan gibi mükemmel bir varlığı nasıl israf eder? Nasıl yok eder? Nasıl o kabiliyetleri heba eder? Asla! Madem bu kanun caridir. O halde insanda israf edilmeyecek, tekrar dirilecektir!

Şu görünen alemde vazifesi biten, göçüp giden her şey muhafaza ediliyor. Gerek hafızalarda gerek tohumlarda ve buna benzer unsurlarda bu muhafaza görünüyor. Bir bitki ölüyor ama onun ruhu hükmünde olan tohumu, onun mahiyetini devam ettiriyor. Bir çok varlıklarda bu hafıziyeti yapan, kışın kar altında ağacın ruhu hükmündeki tohum ve çekirdekleri muhafaza eden,  ölümle cesedinden ayrılan ruhunu nasıl saklamasın? Elbette kainatta görünen hakikatler bunun olacağını apaçık gösteriyorlar.

Bahar mevsimine baktığımızda küçük ve büyük bitki ve hayvan türlerinin kısa bir zaman içerisinde tekrar hayatlandıklarını, canlandıklarını görürüz. Madde olarak farkları pek az olan tohumları, o kadar karışık bir vaziyette iken büyük bir süratle ve kolaylıkla bir intizam altında tekrar diriltiyor. Bütün bunları yapan bir kudret sonbaharda kuruyan ve ölen insanı ilkbaharda neden diriltmesin? Bediüzzamanın ifadesi ile: ‘ Hiç kabil midir ki bu işleri yapan zata bir şey ağır gelebilsin. Semavat ve arzı altı günde halketmesin. İnsanı bir sayfa ile haşretmesin! Haşa…

Evet en büyük bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte yerleştirip muhafaza eden Hakim zat, vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi? Dünya’yı bir sapan taşı gibi çeviren Kadir zat, ahirete giden misafirlerinin yolunda nasıl bu arzı kaldıracak veya dağıtacak denilir mi? Hem hiçten bütün canlıların vücutlarında bulunan atomları ve hücreleri birleştiren toplayan kudret, öldükten sonra dağılan hücre ve atomlarımızı nasıl toplayıp birleştirecek denilir mi?

Haşre mani, ölümden sonraki hayata engel olacak hiçbir şey yoktur. Buna gerekçe olarak her şeyi gösterebiliriz. Şu koca Dünya’yı basit bir hayvan gibi öldürüp dirilten, bütün insanlığa ve hayvanlara hoş bir beşik ve güzel bir gemi yapan Güneş’i onlara şu misafirhanede ışık ve ısı verici bir lamba yapan kudretli bir zatın bu kadar muhteşem ve devamlı idaresi, bu derece muazzam hakimiyeti sadece kısacık Dünya hayatı için olamaz. Ona layık baki, ebedi bir yer var.  Bizi onun için çalıştırır. Oraya davet eder ve oraya nakledileceğine bütün gönderilen peygamberler ve evliyalar şehadet ediyorlar.

Bu kadar kat’i delillerle ispat edilen bir hakikata rağmen ahirete ve ebediliğe inanmayan bir insan, kendisini Dünya hayatında bile inançsızlıktan gelen manevi bir cehenneme atar. Daima azap çeker. Zaten arzu ve istekleri tatmin olmayan Dünya hayatını istediği gibi geçmeyen insan, eğer ölümle tamamen yok olmak düşüncesinde ise o insan bedbahttır. Mutsuzdur. Helakettedir.
İçtimai münasebetlerin cereyanı sırasında görülen hadiselerde bu Dünya’nın ebedi olmadığına gerçek bir adalet duygusunun tatmini için ebedi bir hayatın varlığına inanmaya zorlamaktadır. Bu gerçeği Bediüzzaman şu şekilde ifade eder:

‘Alemde görüyoruz ki zalim,  gaddar insanlar gayet refah ve salahla ve mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zilletle ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir ikisini de eşit kılar. Eğer şu müsavat yani eşitlik nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa zulüm görünür. Halbuki adalet ve hikmet-i İlahiye, bu zulmü hiçbir cihetle kabul etmediğinden, ebedi yaşanacak bir diyar icab eder ki zalim cezasını, mazlum mükafatını görsün.' Böylece Dünya’da gerçekleşmeyen mutlak adalet, ebedi bir yaşayışla gerçekleşme imkanına erecektir.

İnsan yaratılışı bakımından taşıdığı hususiyetler sebebiyle de ebedilik ve daimilik isteyen bir mahiyet arz eder. İnsanda ebede uzanıp giden arzuları, emelleri, kainatı kuşatan tasavvurları ve fikirleri ebedi bir hayatın varlığa ciddi bir delil teşkil ederler.

İnsanda öyle bir his var ki ebeden ve insanlıktan başka bir şey kendisini tatmin edemez. Bütün Dünya kendisine verilse o ihtiyacı tatmin edemez. Samimi olarak vicdanımızın sesini dinlesek ebed, ebed istediğimizi, sonsuz bir alemi arzuladığımızı fark edeceğiz. O halde bu tatmin edilecek çünkü VERMEK İSTEMESEYDİ, İSTEMEYİ VERMEZDİ.

İnsan hayvanlara zıt olarak kendi evine ilgi duyduğu gibi Dünya ile de alakadarlığı varıdr. Akrabası ile münasebeti olduğu gibi insanlık alemiyle dahi ciddi ve yaratılışın icabı bir münasebeti vardır. Bu Dünya’da kısa bir hayat içinde kendi ebediliğini arzuladığı gibi ebedi bir alemde bekasını aşk derecesinde arzuluyor.

Hangi bir şeye el atsak bütün kalbimizle bütün kuvvetimizle o şeye bağlanıyoruz. Ve istiyoruz ki beraber olalım. Devamlı olan şeylerin peşinde koşuyoruz. Halbuki Dünya’daki en büyük devamlılık arz eden bir şey dahi kalbin istek ve arzularına nazaran bir kıl kadardır.Demek kalp , ebede açılmış bir penceredir. Bu fani Dünya’ya razı değildir.
Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı gibi insan bu madde aleminin ötesinde, ebedi bir hayatın mutlak namzedi durumundadır.

Demek ölümdeki mana büyüktür. Ölümdeki mana kıymetlidir. Ölümdeki mana insanın hakiki mutluluğunu temin eder mahiyettedir.




                                                                                                      CELAL KILIÇ (1997- Barış Radyo )




NOT: Babam bunu yalnızca konuşmaya yardımcı bir materyal olarak yazmıştır. Vefatından önceki son radyo konuşmasının notlarıdır. Rab’bim  onu ve bizi, inandığımız saadet-i ebediyeye nail etsin. AMİN.

1 yorum: