Ölüm bir bitişin, bir sona erişin ifadesi midir? Yoksa yeni
ve ebedi bir hayata geçişin ilk basamağı mıdır? Çağın insanlarının korktuğu,
bazı kimselerin de gülümseyerek baktığı bu hakikat nedir? Tamamen yok olmak mı?
Asla!..
Bilakis ebedi bir hayatın başlangıcıdır. Bediüzzaman bir
ayetin tefsiri mahiyetinde bir hususta şu sözleri sarfediyor:
‘Mevt dahi hayat gibi bir mahluktur. Hem bir nimettir.
Vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekandır. Bir
tahvil-i vücuttur. Hayat-i bakiyeye bir davettir. Bir mebdedir. Bir hayat-ı
bakiyenin mukaddimesidir.' (Mek. 7)
Demek ölümle her şey bitmiyor. Bilakis yeni başlıyor. Fakat
hakiki manada başlıyor. Gerçek yönüyle insan yaşıyor. Hakiki hayatı tadıyor.
Mes’ut bir dünyaya gidiyor.
Elbette insanlık ölümü tadacaktır. Diğer canlılar için de
ölüm mukadderdir. Fakat insanlar için ölüm, dirilmek için olacaktır. Dünya için
ölüm baki, ebedi bir surete dönüşmek için ve ahiret için olacaktır. (Lem 218)
Toprağa atılan tohum nasıl ki çürür ve ölür fakat onun ölmesi toprağın üzerinde
filiz vermesini netice verir. Daha kıymetli bir durum alır. Bu misal gibi
ölümle toprağa atılan insan da ebedi saadet sümbülü verecektir.
Ölüm idam değildir. Hiçlik değildir. Sönüş değildir. Ebedi
ayrılık değildir. Yok oluş değildir. Dilsiz bir mahvoluş değildir. Aslında
ölüm, Hakim ve Rahim bir fail tarafından bir terhistir. Mekan değiştirmektir.
Ebedi saadete, asli vatanımıza bir sevkiyattır. Bütün ahbaplara ve dostlara
kavuşmaktır.
Acaba ölüm nasıl bir şey? Ölüm ile insanda nasıl bir hal
oluyor? Ne şekil bir değişikliğe uğruyor? Bunu Bediüzzaman, şu şekilde ifade
ediyor:
‘Mevt ancak ruhun
cesetten çıkmasıyla tebdil-i mekan etmesinden ibarettir. İnsan öldükten sonra
bir şeyi baki kalır. O şey de ancak ruhtur.’
Dostlarının büyük bir kısmı başka yerde diyelim. İstanbul’da
olan bir insan düşünün. Burada kalan birkaç arkadaş ve dostuna bedel, orada
birçok arkadaş ve dostları var. Bu şahıs acaba İstanbul’a gitmek için can atmaz
mı? Onun burada ayrılışı aslında dost ve ahbaplarına kavuşmak değil midir? İste
Kuran’ın ölümün mahiyetini izah ederken bize verdiği ders budur.
Ölümü ve eceli, ebedi alemde bulunan dost ve ahbaplara
kavuşmak şeklinde nitelendirir. Ayrıca kabri rahmet alemine, saadet mekanına ve
Rahman’ın bostanlarına açılan bir kapı olduğunu ispat etmekle insanlığın en
müthiş korkusunu ortadan kaldırıp, en ıstıraplı, kasavetli ve sıkıntılı olan
kabir alemine olan seyahati, lezzetli, alıştığımız ve ferahlı bir seyahate
çevirir. İnsanı rahatlatır. Mutluluğu temin eder.
İnsan ebede aşıktır. İnsan bir şeyin devamlı olmasını ister. Ormana gidersiniz.
Ağaçların üzerinde bıçakla yazılmış isimleri görürsünüz. Bunlar ebediyete aşık
olmanın ifadesidir. Kendimizden bir şeyin kaybolmasını istemiyoruz. İstiyoruz
ki hiç olmazsa isimlerimiz baki kalsın. Hiç olmazsa ismimiz ölmesin. Heyhat!
AHİRETTE BENİ KURTARACAK BİR ESERİM YOKSA İSMİMİN BAKİ KALMASI BİR MANA
TAŞIMAZ.
Dünya hayatına aşığız. Ölümden kaçıyoruz fakat acaba aşık
olduğumuz bu Dünya hayatının sadece bulunduğumuz an olduğunu bilebiliyor muyuz?
Bulunduğumuz dakikadan önceki zaman bizim için ölüdür.
Gelecek zaman ise henüz gelmediği için o da bizim için hiçtir, yoktur. Demek
güvendiğimiz maddi hayat sadece bir dakikadır. (S:500)
O halde niye yaşıyorum. Dünya’nın ve hayatın gerçek mahiyeti
nedir diye beliren sualimize Bediüzzaman şu şekilde cevap veriyor:
‘Bu zemin yüzü, acele hareket eden kafilelerin yollarında
bir gecelik konmak ve geçmek için bir handır. Her bir şehri yüz defa kabristana
boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir isteği var.’ (Ş:173)
Bu istekte, yaratılışın gayesine uygun şekilde hareket
etmek, bu istikamette çalışmaktır. Yani kulluk görevi dairesinde harekettir.
Ticaret ve memuriyet için mühim vazifelerle bu imtihan yeri
olan Dünya’ya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip,
hizmetlerini tamamladıktan sonra yine onları gönderen Halık-ı Zülcelallerine
dönecekler ve Mevlalarına kavuşacaklardır.
Demek insana vazifeli şahıs nazarıyla bakıyoruz. Görevi
bittiği an kendisini gönderene dönecektir. Bu şekilde maddi hayatın bittiği
anda ebedi bir hayatın başlayacağı müjdesi en mütekamil haliyle, İslamiyet
ifadesinde bulmuşuzdur.Çünkü insanın maneviyatındaki ve his alemindeki
sonsuzluk arzusuyla yokluğa ve hiçliğe gitmek akıl dışıdır. İnsanın bu
sonsuzluk arzu ve isteği elbette tatmin edilecektir. En küçük bir isteğimiz
tatmin ediliyor da neden bütün insanların feryat ederek haykırdığı ebed arzusu,
sonsuzluk isteği tatmin edilmesin? Sivrisineğin sesini duyan, elbette gök
gürültüsünün sesini işitecektir. Midemizin küçük ihtiyacını her türlü rızıkla
tatmin eden, elbette insanlığın beka arzusunu yerine getirecektir.
Ruhun mahiyeti ebediliği istediği gibi, insandaki maddi
bünyenin mahiyeti de hayatın ebediliğini icab ettirir. ‘Zira insan bu Dünya’ya
keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve
gençlerin ihtiyarlaması şahittir. Hem insan, hayat sahiplerinin en mükemmeli,
en yükseği ve cihazatça en zengini, belki sultanı hükmünde iken, geçmiş
lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nispeten en basit
bir derecede ancak kederli ve meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan, bu
Dünya’ya yalnız güzel yaşamak, rahat ve safa ile ömür geçirmek için
gelmemiştir. Belki büyük bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile
ebedi, daimi hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.’ (Lem 194) Demek ki
elimizde bulunan maddi bünyeyi ebedi bir alemin kazanılması için kullanmamız
gerekmektedir. Buradan anlaşıldığı gibi, insanın ihtiyacı sadece Dünya’nın
maddi yönüne bakan içtimai, siyasi ve iktisadi ihtiyaçlara has değildir. Bu
itibarlar herkes için mukadder olan ölüm ve onun durağı durumundaki kabrin öbür
tarafındaki istikbal endişesi her ferdin en mühim meselesidir.
En küçük meseleye bütün vaktini harcayan insan, kendisiyle
ilgili en mühim mesele olan hayatın mahiyeti ve ölümün hakikatını anlamaya
çalışması en makul ve akli hareket olacaktır.
Etrafımıza nazarımızı gezdirdiğimizde her şeyin gayet
sistemli bir şekilde hareket ettiğini israfın olmadığını görürüz. En küçük bir
varlıkta dahi israfın yapılmadığını müşahade ederiz. Şu anda konuşurken bizden
çıkan artık madde karbondioksit dahi israf edilmiyor. Hem konuşmamızı sağlıyor
hem de dışarıda bitkilee faydalı oluyor. Buna benzer çok şey sayılabilir.
Buradan insanlara geçelim. 50 ve 60 sene gibi çok kısa bir hayat yaşayan insan,
acaba israf ediliyor mu? Ondaki sonsuz kabiliyet ve istidat israf edilir mi?
Eğer ölümden sonra hayat olmasa bundan bahsedebiliriz. Fakat en küçük bir
varlıkta israf yapmayan bunu bir kanun şeklinde etrafta gösteren bir Kudret,
insan gibi mükemmel bir varlığı nasıl israf eder? Nasıl yok eder? Nasıl o
kabiliyetleri heba eder? Asla! Madem bu kanun caridir. O halde insanda israf
edilmeyecek, tekrar dirilecektir!
Şu görünen alemde vazifesi biten, göçüp giden her şey
muhafaza ediliyor. Gerek hafızalarda gerek tohumlarda ve buna benzer unsurlarda
bu muhafaza görünüyor. Bir bitki ölüyor ama onun ruhu hükmünde olan tohumu,
onun mahiyetini devam ettiriyor. Bir çok varlıklarda bu hafıziyeti yapan, kışın
kar altında ağacın ruhu hükmündeki tohum ve çekirdekleri muhafaza eden, ölümle cesedinden ayrılan ruhunu nasıl
saklamasın? Elbette kainatta görünen hakikatler bunun olacağını apaçık
gösteriyorlar.
Bahar mevsimine baktığımızda küçük ve büyük bitki ve hayvan
türlerinin kısa bir zaman içerisinde tekrar hayatlandıklarını, canlandıklarını
görürüz. Madde olarak farkları pek az olan tohumları, o kadar karışık bir
vaziyette iken büyük bir süratle ve kolaylıkla bir intizam altında tekrar
diriltiyor. Bütün bunları yapan bir kudret sonbaharda kuruyan ve ölen insanı
ilkbaharda neden diriltmesin? Bediüzzamanın ifadesi ile: ‘ Hiç kabil midir ki
bu işleri yapan zata bir şey ağır gelebilsin. Semavat ve arzı altı günde
halketmesin. İnsanı bir sayfa ile haşretmesin! Haşa…
Evet en büyük bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en
küçük bir çekirdekte yerleştirip muhafaza eden Hakim zat, vefat edenlerin
ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi? Dünya’yı bir sapan taşı gibi çeviren
Kadir zat, ahirete giden misafirlerinin yolunda nasıl bu arzı kaldıracak veya
dağıtacak denilir mi? Hem hiçten bütün canlıların vücutlarında bulunan atomları
ve hücreleri birleştiren toplayan kudret, öldükten sonra dağılan hücre ve
atomlarımızı nasıl toplayıp birleştirecek denilir mi?
Haşre mani, ölümden sonraki hayata engel olacak hiçbir şey
yoktur. Buna gerekçe olarak her şeyi gösterebiliriz. Şu koca Dünya’yı basit bir
hayvan gibi öldürüp dirilten, bütün insanlığa ve hayvanlara hoş bir beşik ve
güzel bir gemi yapan Güneş’i onlara şu misafirhanede ışık ve ısı verici bir
lamba yapan kudretli bir zatın bu kadar muhteşem ve devamlı idaresi, bu derece
muazzam hakimiyeti sadece kısacık Dünya hayatı için olamaz. Ona layık baki,
ebedi bir yer var. Bizi onun için
çalıştırır. Oraya davet eder ve oraya nakledileceğine bütün gönderilen
peygamberler ve evliyalar şehadet ediyorlar.
Bu kadar kat’i delillerle ispat edilen bir hakikata rağmen
ahirete ve ebediliğe inanmayan bir insan, kendisini Dünya hayatında bile
inançsızlıktan gelen manevi bir cehenneme atar. Daima azap çeker. Zaten arzu ve
istekleri tatmin olmayan Dünya hayatını istediği gibi geçmeyen insan, eğer
ölümle tamamen yok olmak düşüncesinde ise o insan bedbahttır. Mutsuzdur.
Helakettedir.
İçtimai münasebetlerin cereyanı sırasında görülen
hadiselerde bu Dünya’nın ebedi olmadığına gerçek bir adalet duygusunun tatmini
için ebedi bir hayatın varlığına inanmaya zorlamaktadır. Bu gerçeği Bediüzzaman
şu şekilde ifade eder:
‘Alemde görüyoruz ki zalim, gaddar insanlar gayet refah ve salahla ve
mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zilletle ömür geçiriyorlar. Sonra
ölüm gelir ikisini de eşit kılar. Eğer şu müsavat yani eşitlik nihayetsiz ise,
bir nihayeti yoksa zulüm görünür. Halbuki adalet ve hikmet-i İlahiye, bu zulmü
hiçbir cihetle kabul etmediğinden, ebedi yaşanacak bir diyar icab eder ki zalim
cezasını, mazlum mükafatını görsün.' Böylece Dünya’da gerçekleşmeyen mutlak adalet, ebedi bir
yaşayışla gerçekleşme imkanına erecektir.
İnsan yaratılışı bakımından taşıdığı hususiyetler sebebiyle
de ebedilik ve daimilik isteyen bir mahiyet arz eder. İnsanda ebede uzanıp
giden arzuları, emelleri, kainatı kuşatan tasavvurları ve fikirleri ebedi bir
hayatın varlığa ciddi bir delil teşkil ederler.
İnsanda öyle bir his var ki ebeden ve insanlıktan başka bir
şey kendisini tatmin edemez. Bütün Dünya kendisine verilse o ihtiyacı tatmin
edemez. Samimi olarak vicdanımızın sesini dinlesek ebed, ebed istediğimizi,
sonsuz bir alemi arzuladığımızı fark edeceğiz. O halde bu tatmin edilecek çünkü
VERMEK İSTEMESEYDİ, İSTEMEYİ VERMEZDİ.
İnsan hayvanlara zıt olarak kendi evine ilgi duyduğu gibi
Dünya ile de alakadarlığı varıdr. Akrabası ile münasebeti olduğu gibi insanlık
alemiyle dahi ciddi ve yaratılışın icabı bir münasebeti vardır. Bu Dünya’da
kısa bir hayat içinde kendi ebediliğini arzuladığı gibi ebedi bir alemde
bekasını aşk derecesinde arzuluyor.
Hangi bir şeye el atsak bütün kalbimizle bütün kuvvetimizle
o şeye bağlanıyoruz. Ve istiyoruz ki beraber olalım. Devamlı olan şeylerin
peşinde koşuyoruz. Halbuki Dünya’daki en büyük devamlılık arz eden bir şey dahi
kalbin istek ve arzularına nazaran bir kıl kadardır.Demek kalp , ebede açılmış
bir penceredir. Bu fani Dünya’ya razı değildir.
Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı gibi insan bu madde
aleminin ötesinde, ebedi bir hayatın mutlak namzedi durumundadır.
Demek ölümdeki mana büyüktür. Ölümdeki mana kıymetlidir.
Ölümdeki mana insanın hakiki mutluluğunu temin eder mahiyettedir.
CELAL
KILIÇ (1997- Barış Radyo )
oğlu olmanın gururuyla okudum. cahilliğimle ağladım....
YanıtlaSil